KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK
1. KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK NEDİR?
Günümüzde yaşanan hızlı değişim süreci yöneticileri sürekli globalleşen pazarlar, hızlı teknolojik gelişmeler demografik farklılıklar, artan rekabet ve bunların paralelinde sürekli değişen müşteri ihtiyaçları ile karşı karşıya bırakmıştır. Ayrıca, teknolojinin gelişmesiyle birlikte bireylerin çevrelerinde meydana gelen her türlü olaydan çok daha fazla haberdar olmalarına yol açmış ve bu noktada da bilinçli tüketiciler ve yatırımcılar ortaya çıkmıştır. Diğer bir yandan, çevre duyarlılığının artması, uluslararası standartların gündeme gelmesi ve devletin zaman zaman hızlı bir şekilde toplumun her türlü ihtiyacına cevap verememesi, bireylerin özel kurum ve kuruluşlardan beklentilerini arttırmıştır. Bu durum, kurumların bir değişim süreci geçirerek sadece finansal odaklı olmayı bırakıp sosyal konulara da ağırlık vermeye başlamalarına neden olmuştur.
Kurumların tek sorumluluğu sadece yasalara karşı değildir. Kurumların yerine getirmesi gereken başlıca dört temel sorumluluk bulunmaktadır:
- Ekonomik sorumluluk: Finansal odaklı olmanın temel çıkış noktası olan bu sorumluluk türü kurumların verimli ve karlı olma sorumluluğunu içermektedir.
- Hukuki sorumluluk: Kurumların yasalara karşı olan sorumluluğunu ve kanunlara uyma konusunda gösterdiği özeni tanımlamaktadır.
- Etik sorumluluk: Kurumların toplumsal değerlere gösterdiği saygı, dürüstlük ve bunların paralelinde toplumsal normlara ve beklentilere uyumlu davranma sorumluluğunu belirtmektedir.
- Sosyal sorumluluk: Aslında yukarıdaki her üç sorumluluğu da içermekle birlikte toplumsal sorunlara karşı duyarlı olmayı ve bunların çözümlerine katkıda bulunmayı ifade etmektedir.
Her ne kadar küreselleşmenin, şirket birleşmelerinin ve giderek artan rekabetin söz konusu olduğu günümüzde kurumların çok daha fazla finansal konulara ağırlık vereceği düşünülse de uzun vadeli amaçlara hizmet ederek sürdürülebilirliği sağlamak doğrultusunda kurumlar çevresel ve sosyal konulara daha fazla eğilmeye başlamışlardır. Gelinen bu noktada, kurumlar strateji ve politikalarını kurumsal sosyal sorumluluk ve kurumsal vatandaşlık anlayışıyla oluşturmaktadırlar. Tabii ki, tüm bunların temelinde kurumsal itibar yatmaktadır.
Yönetimde geçmişten bugüne kadar üç farklı yaklaşım gündeme gelmiştir:
- İşletme odaklı yaklaşım: Güveni, kaliteyi ve maliyeti dikkate alan yaklaşımdır.
- Tüketici odaklı yaklaşım: Üründe çeşit, fiyat ve erişebilirlik odaklıdır.
- İlişki odaklı yaklaşım: Kurum ile paydaşlar arasındaki ilişkiye odaklıdır. Son yıllarda en yaygın olan yaklaşımdır.
İlişki odaklı yaklaşıma göre kurum itibarı, kurumun paydaşları ile yaşadığı ilişkilerin toplam sonucudur. Kurumsal itibara sahip olmak için kurumların öncelikle kurumsal yönetim ilkelerini benimsemesi ve buna ek olarak da sosyal ve çevresel anlamda duyarlılıklarını ortaya koymalıdırlar. Moir’e (2001) göre, eğer bir kurum aynı anda hem verimli, hem karlı, hem de sosyal olarak sorumlu ise topluma tam anlamıyla katkıda bulunabilmektedir. Tablo 1’de Kalder’in Mükemmellik Modeli Kitapçığı’nda yer alan Mükemmelliğin sekiz temel kavramı görülmektedir. Bu sekiz temel kavram arasında toplumsal sorumluluk kavramı da yer almaktadır.
Paydaşlarla olan ilişkilerin önemi, toplumsal fayda sağlamak ve çevresel duyarlılık gibi konuların tümü bizi “Kurumsal Sosyal Sorumluluk” kavramı ve ne kadar önemli olduğu konusuyla karşı karşıya bırakmaktadır. Son yıllarda yapılan birçok araştırma kurumsal sosyal sorumluluk kavramının birçok yatırım kararının da merkezi olduğunu veya bu kararlarda büyük önem taşıdığını belirlemiştir.
Kurumsal sosyal sorumluluk kavramının herkes tarafından kabul görmüş, tek ve ortak bir tanımı bulunmamaktadır. Ancak, kavramı içerisinde yer alan kelimeler açısından irdelediğimizde sorumluluk kelimesinin paydaşlara yönelik sosyal problemlerle uğraşma yükümlülüğü anlamını verdiğini söyleyebiliriz. Bu da işletmenin ekonomik katkısının dışında topluma sosyal anlamda da katkı sağlamakla yükümlü olduğunun bir göstergesidir. Buradan hareketle en klasik anlamda kurumsal sosyal sorumluluğu bir kurumun ekonomik ve hukuksal sorumluluklarının ötesinde etik ve sosyal sorumluluklarını finansal performansını destekleyecek şekilde göz önünde bulundurarak paydaşlarının sosyal ihtiyaçlarına da cevap vermesi olarak tanımlayabiliriz.
Literatüre baktığımızda ise bu konuda farklı araştırmacılar ve kurumlar tarafından yapılmış pek çok tanımla karşılaşmaktayız. Bunun da en temel nedeni sosyal sorumluluk kavramının son derece subjektif bir kavram olmasından ve farklı bireylerin veya grupların farklı gereksinimlerinin olmasından kaynaklanmaktadır. Bu tanımlamalara birkaç örnek vermek gerekirse; örneğin ünlü ekonomist Milton Friedman 1970 yılında New York Times’da yer alan makalesinde kurumsal sosyal sorumluluğu toplumun temel kurallarını göz ardı etmeksizin mümkün olduğunca fazla kazanç sağlayabilmek adına işletme sahiplerinin ve ortaklarının ihtiyaçları doğrultusunda işletmenin yönetilmesi olarak tanımlamıştır. Avrupa Komisyonu ise, kurumsal sosyal sorumluluğu şirketlerin gönüllü olarak daha iyi bir toplum ve daha temiz bir çevre için katkıda bulunmaları olarak tanımlamaktadır. Dünya Bankası’nın
Tablo 1. Mükemmelliğin Sekiz Temel Kavramı
Temel Kavram |
Yeni Başlamış |
Yola Devam Etmekte |
Olgun |
SonuçlaraYönlendirme |
İlgili tüm paydaşlarBelirlenmiştir |
Paydaş gereksinimleribelli bir yönteme
bağlı olarak
değerlendirilmektedir |
Paydaş beklentilerinidengeleme konusunda
şeffaf mekanizmalar
vardır |
Müşteri Odaklılık |
Müşteri tatmindüzeyi değerlendirilmektedir |
Amaç ve hedeflermüşteri gereksinim ve
beklentileri ile
ilişkilendirilmiştir |
Müşteri tatmini vebağımlılığına ilişkin
itici güçle anlaşılmış
olup ölçülmekte ve
gerekli önlemler
alınmaktadır |
Liderlik ve AmacınTutarlılığı |
Vizyon ve misyonbelirlenmiştir. |
Politika, çalışanlarınyönetimi ve süreçler
birbiri ile uyum
içindedir. Bir liderlik
modeli oluşturulmuştur |
Kuruluşuntüm düzeylerinde
ortak değerler ve
kişisel etik örnekleri
görülmektedir |
Süreçlerle veVerilerle Yönetim |
Arzu edilen sonuçlarıelde etmeye yönelik
süreçler tanımlanmıştır |
Zorlayıcı hedeflersaptamak amacıyla
karşılaştırmalı veriler
ve bilgiler
kullanılmaktadır |
Süreç yeterliliği tamolarak anlaşılmış olup
performans
iyileştirmeleri için
kullanılmaktadır |
ÇalışanlarınGeliştirilmesi ve
Katılımı |
Çalışanlarsorunların çözümüne
sahip çıkmakta ve
sorumluluk almaktadırlar |
Çalışanlar kuruluşunamaçlarını daha ileri
götürecek yenilikçi
ve yaratıcı çalışmalar
yapmaktadır |
Çalışanlar hareketegeçme konusunda
yetkilendirilmiş olup
bilgi ve deneyimlerini
açıkça
paylaşmaktadırlar |
Sürekli ÖğrenmeYenilikçilik ve
İyileştirme |
İyileştirme fırsatlarıbelirlenmekte ve
yararlanmak
için gereken
yapılmaktadır |
Sürekli iyileştirmeher çalışan tarafından
benimsenmiş bir
amaçtır |
Başarı, yenilik veiyileştirme çalışmaları
kuruluş çapında
yayılmakta ve
bütünlük sağlanmaktadır |
İşbirliklerininGeliştirilmesi |
Tedarikçi seçimive yönetimi için bir
süreç oluşturulmuştur |
Tedarikçilerdeki iyileşme ve başarılartanınmakta olup en
önemli dış
işbirliklerinin hangileri
olduğu belirlenmiştir |
Kuruluş ve önemliişbirliği ortakları
arasında karşılıklı
bağlılık vardır. Plan ve
politikalar ortak bilgi
birikimine dayanılarak
birlikte
geliştirilmektedir |
ToplumsalSorumluluk |
Yasa veYönetmeliklerden
doğan yükümlülükler
Anlaşılmış olup
Uygulanmaktadır. |
Topluma aktif katılımsöz konusudur |
Toplumun beklentileriölçülmekte ve
gerekli önlemler
alınmaktadır |
Kaynak: Kalder Mükemmellik Modeli Kitapçığı
tanımı ise sürdürülebilir kalkınma merkezli bir tanımdır. Bu tanımda kurumsal sosyal sorumluluk işletmelerin sürdürülebilir ekonomik kalkınma için çalışanları, onların aileleri ve en geniş anlamıyla toplumla yaşam kalitesini arttırmak üzere çalışma yükümlülüğü olarak ifade edilmektedir. Moir tarafından yapılan tanımda kurumsal sosyal sorumluluk işletmenin toplumun ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üretebilme yeteneği olarak ifade edilmektedir. Munilla ve Miles ise, işletmenin toplum üzerindeki pozitif etkilerini arttırırken negatif etkilerini azaltma yükümlülüğü olarak belirtmektedir.
1999 yılından beri GlobeScan yönetiminde 20 ülkede yaklaşık 20.000 kişiyle görüşülerek hazırlanan kurumsal sosyal sorumluluk araştırmalarına göre kurumsal sosyal sorumluluk tanımı ülkeden ülkeye ve gelişim düzeylerine göre önemli farklılıklar göstermektedir. Gündemleri farklı olan farklı ülkelerin yurttaşlarının yaptıkları tanımlar, aynı zamanda bu ülkelerin kurumsal sosyal sorumluluk gündemleri hakkında da genel bir fikir vermektedir. Örneğin gelişmekte olan ülkeler daha çok ürün kalitesi ifadelerinde yoğunlaşırken, gelişmiş ülkeler çalışanların sorunları ve çevre konuları üzerine odaklanmaktadırlar. Dünya genelinde kurumsal sosyal sorumluluk tanımı olarak ortaya çıkan anlayış çalışanlara adil davranmak iken, Kanada, İngiltere, Avustralya ve Endonezya’da çevre konuları, Rusya, Çin ve Hindistan’da kaliteli ve güvenilir ürün, Türkiye’de ise bağış yapmaktır.
Kuşkusuz, yapılan kurumsal sosyal sorumluluk tanımları, şirketlerden beklentilerle büyük ölçüde çakışmaktadır. Yani gelişmiş ülkelerde şirketlere daha çok operasyonel, gelişmekte olan ülkelerde ise yurttaşlık sorumlulukları yüklenmektedir. Buna göre gelişmekte olan ülke yurttaşları devletin çözemediği bazı ekonomik ve sosyal sorunların şirketler tarafından çözülmesini beklemektedir.
Kurumsal sosyal sorumluluğun pek çok değişik tanımı olmakla birlikte bu tanımlardaki ortak bazı noktaların :
- Kurumların kar elde etmenin ötesinde toplumsal sorumluluklarının olduğu
- Sürdürülebilirliğin sağlanması için kurumların sosyal problemlerin çözümlerine katkıda bulunmaları gerektiği
- Kurumların tüm paydaşlarıyla ekonomik ve sosyal anlamda bir bütün olduğu açıkça görülmektedir.
Bu bakış açısına sahip kurumlar sosyal sorumluluklarını iş ahlakının bir gereği ve kurumsal stratejilerinin bir parçası olarak ele aldıklarında hem içerisinde bulundukları toplumun yaşam kalitesinin artmasına hem de kendi kurumlarının değer yaratma sürecine katkıda bulunmaktadırlar. Kurumsal sosyal sorumluluk kavramını gündemine alan kurumlar oldukça önemli faydalar elde etmektedir. Bu faydaları şöyle sıralayabiliriz (Argüden, 2002):
- Bu kurumların marka değerleri ve dolayısıyla piyasa değerleri artmaktadır.
- Daha nitelikli personeli cezbetme, motive etme ve tutma imkanı ortaya çıkmaktadır.
- Kurumsal öğrenme ve yaratıcılık potansiyeli artmaktadır.
- Özellikle bu konularda hassas yatırımcılara ulaşma imkanı oluştuğundan hem hisse değerleri artmakta hem de borçlanma maliyetleri azalmaktadır.
- Yeni pazarlara girmekte ve müşteri sadakati sağlamada önemli avantajlar elde edilmektedir.
- Verimlilik ve kalite artmaktadır.
- Risk yönetimi daha etkin hale gelmektedir.
- Toplumun ve kural koyucuların kurumun görüşlerine önem vermesi sağlanmaktadır.
Bu faydaların etkisi öncelikle büyük ölçüde Japon işletmelerinde görülmüştür. Çünkü Amerika ve Avrupa’nın kar maksimizasyonunu fazlasıyla önemsediği ve etik değerleri bir kenara bıraktığı dönemlerde Japon işletmeleri tüm olanaklarını ortaklarına temettü dağıtmak için kullanmış, çalışanların çıkarlarını gözetmiş ve piyasanın gereksinimlerini ön plana almıştır. Bu ölçüdeki bir sosyal sorumluluk anlayışı Japon işletmelerinin motivasyon ve verimliliğini yükselterek onların pazarların stratejik fethini gerçekleştirmelerini sağlamıştır. Bu başarıda Japon hükümetlerinin rolü de oldukça fazladır. Öyle ki, Japon hükümetleri de gerekli sosyal sorumluluk bilincine erişmiş oldukları için, ülkenin gelişmesi ve kalkınması sürecinde, araştırma-geliştirmeyi vergi indirimleri ile desteklemiş, devre dışı kalan sanayilerden çıkartılan işçilere eğitim olanağı sağlanmış, ayrıca ilk ve orta öğretimde de yüksek standartlı eğitim hizmeti verilmiş, yüksek enflasyon ve yüksek vergilerin kolaycılığına kaçılmamıştır (İşseveroğlu, 2001).
Hem ülkelerin hem de kurumların kalkınması için yerleşik bir sosyal sorumluluk bilincinin yanında iyi ve planlı kurumsal yönetim uygulamaları da oldukça önemlidir. İyi ve planlı kurumsal yönetim uygulamaları kurumlar açısından düşük sermaye maliyeti, finansal kapasite ve likiditede artış, artan kredibilite ve krizlerle daha iyi baş edebilme anlamına gelmektedir. Aynı zamanda kurumsal yönetim şeffaflık, kamunun tam olarak aydınlatılması, pay sahiplerinin garanti altına alınması gibi önemli değişikliklere ilişkin kararların da yönetime entegrasyonunu ifade etmektedir. Bu açıdan sadece pay sahiplerinin değil diğer paydaşların da bu yaklaşımdan yararlanması söz konusu olmaktadır. Olaya ülkeler açısından yaklaştığımızda da yine pek çok farklı avantajlar önümüze çıkmaktadır. İyi kurumsal yönetimin getirisi olan şeffaflık ve tam aydınlatma çerçevesinde yabancı yatırımların artması, ülke itibarının yükselmesi, sermaye piyasalarının rekabet gücünün artması, kaynakların daha etkin dağıtımı sayesinde yüksek refah düzeyine ulaşılması sağlanabilmektedir. Ayrıca kurumsal yönetim sürdürülebilir kalkınmanın da temeli olur ülke riskinin de azalmasına yardımcı olmaktadır (Cansızlar, 2005).
Tüm bunların paralelinde, Sermaye Piyasası Kurulu da kurumsal yönetime ilişkin birtakım düzenlemeler yapmış, Temmuz 2003’te Kurumsal Yönetim İlkeleri’ni yayınlamıştır. Ardından 2005 yılında OECD ilkelerindeki değişiklikler doğrultusunda Sermaye Piyasası Kurulu Kurumsal Yönetim İlkeleri’ni güncellemiştir. Ayrıca, 2005 yılından itibaren sermaye piyasasına kayıtlı şirketler yıllık faaliyet raporları çerçevesinde Kurumsal Yönetim Uyum Raporu hazırlamak durumunda kalmışlardır. Bu raporun asgari uygulanma şartları Sermaye Piyasası Kurulu tarafından hazırlanan bir rehber ile belirlenmiştir.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Kurumsal Yönetim kavramları ile birlikte gündeme gelen bir diğer kavram da Kurumsal Vatandaşlık kavramıdır. Bu kavram, bir kurumun bağlı olduğu yerel, ulusal ve uluslararası topluluklarla olan ilişkilerin tümünü içermektedir. Bir iş yaparken yaptığımızın işin çerçevesini insan ve çevre üzerindeki etkileri göz önüne alarak şekillendirmeli, olumsuz etkileri en aza indirgemeyi hedeflemeliyiz. Bu doğrultuda, her kurum kendi iş alanında kurumsal bir vatandaş haline gelmelidir. Böylelikle toplumun yaşam kalitesinin arttırılmasına da katkıda bulunulacaktır.
2. KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUĞUN TARİHSEL GELİŞİMİ
Kurumsal sosyal sorumluluğun tarihçesi oldukça uzundur ve çok eskiye dayanmaktadır. Sosyal ve çevresel konuların ortaya çıkışı en az ticaretin ve kurumun kendisinin ortaya çıkışı kadar eskidir. Milattan önce 1700’lerde, Kral Hammurabi’nin getirdiği kanunlardan biri ihmalkarlığı nedeniyle başkalarının ölümüne sebep olan veya çevresindekilere rahatsızlık veren inşaatçıların veya çiftçilerin ölüme mahkum edilmesini içermekteydi. Öyleyse denilebilir ki, yüzyıllardan beri insanlık sosyal ve çevresel konularla ve bunlara ilişkin düzenlemeler ile karşı karşıya kalmaktadır. Aslında yapılan düzenlemeler, ortaya konan kanunlar dışında sosyal sorumluluğun dayandığı bir başka kavram da hayırseverliktir. 1800’lerde kiliselere yapılan bağışlarla başlayıp çalışanların refahı, onlara ve ailelerine yapılan bağışlarla kurumsal hayırseverliğin ilk temelleri atılmıştır. Ancak günümüzde gelinen noktada kurumsal sosyal sorumluluk bir hayırseverlik faaliyeti değil kurumun geleceği için yapılan uzun vadeli ve en sağduyulu yatırım konumundadır. Kurumsal sosyal sorumluluk zaman içerisinde oldukça önemli bir gelişme göstererek;
- Kurumun ilk adımından liderlik noktasına geldiği güne kadar
- Kurumun yarattığı olumsuz etkilerin ortadan kaldırılıp olumlu etkilerin yaratılmasına kadar
- Kurumsal çabalardan paydaşlarla birlikte hareket etmeye kadar
- Basit ölçümlerden kurumsal düzenli ölçümlere kadar
- Resmi olmayan kurum içi denetimlerden kurum dışı bağımsız kurumlar tarafından yapılan resmi denetimlere kadar
- Kurum içi değerlendirmelerden, tüm toplumda örnek gösterilmeye kadar
uzanan bir noktaya ulaşmıştır. Her kurumun bir hikayesi vardır. Kurumsal sosyal sorumluluk da bu hikayenin ana teması olarak hikayenin gelişmesini, en doğru şekilde paylaşılmasını ve kuruma itibar olarak geri dönüşümünü sağlamaktadır.
1950 ve 1960’lar sosyal sorumluluğun modern çağı olarak nitelendirilmektedir. Bu dönem Howard R.Bowen’ın “İşadamının Sosyal Sorumluluğu” adlı yayınıyla başlamıştır. Bu ve daha sonraki çalışmaları Bowen’ın kurumsal sosyal sorumluluğun babası olarak nitelendirilmesine neden olmuştur. 1953’te yayınladığı çalışmasında Bowen kurumsal sosyal sorumluluğun ilk tanımı da oluşturmuş, kurumsal sosyal sorumluluğu işletmenin faaliyetlerini toplumun amaç ve değerlerine uygun olarak gerçekleştirme yükümlülüğü olarak tanımlamıştır.
Bugünkü sosyal sorumluluk anlayışının temeli ise 1960’larda Amerika’da atılmış ve kurumların yasal yükümlülüklerinin dışında sorumluluklarının varolduğu görüşü benimsenmiştir.
1970’lerde kurum stratejilerinin boyutları değişmeye başladı ve bu stratejilere finansal olmayan boyutlar da eklendi. Bu çağın literatüründe de kurumlara, halkla ilişkileri ve kurumsal hayırseverliği ön plana çıkarmalarını öneren çalışmalar olduğu gözlenmektedir (Carr vd., 2004). Bu dönemde sosyal ve politik anlamda ırk ve cinsiyet ayrımlarının gündeme geldiği ve bununla bağlantılı olarak başta İngiltere olmak üzere birçok ülkede hak eşitliği, iş güvenliği ve ırk ilişkileri konusunda yasaların ortaya çıktığı görülmektedir.
1980’lere kadar sosyal ve politik diğer birçok olayın gündeme gelmesinden ötürü kurumsal sosyal sorumluluk ile ilgili literatürdeki yaklaşımlar tanımdan öteye geçememiştir. 1980’lerden itibaren ise literatürdeki gelişmeler kurumsal sosyal sorumluluğun ölçülmesi ve bunu benimseyen işletmelere sağladığı veya sağlayacağı potansiyel yararların ortaya konulmasına yönelik olmuştur. Yine bu dönemden başlayarak kurumların sosyal performanslarının nasıl geliştirileceği konusundaki yaklaşımlar söz konusu olmuş, olay yasal zorunluluklar boyutundan gönüllü katılımcılık boyutuna taşınmaya başlamıştır.
1990’lara gelindiğinde kurumsal sosyal sorumluluk basit, stratejik bir seçim olmaktan çıkmış ve bir gereklilik haline dönüşmüştür. Bununla birlikte, 1990’ların başlarında sadece işletmeler tarafından ele alınan bir kavram iken, 1990’ların sonlarında ise Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası gibi kuruluşların ve Avrupa Birliği, OECD gibi toplulukların da gündeminde yer almaya başlamıştır.
31 Ocak 1999’da Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tüm iş dünyasını ve sivil toplumu hem kurumsal hem de kamusal anlamda Kurumsal Sorumluluk Anlaşmasını desteklemeye çağırdı. İnsan hakları, işgücü ve çevre konularını kapsayan on temel ilkeden oluşan Kurumsal Sorumluluk Sözleşmesi 26 Temmuz 2000’de gündemdeki yerini aldı. Kurumsal Sorumluluk Anlaşması sorumlu kurumsal vatandaşlık kavramının gelişmesine yardımcı olarak kurumların küreselleşmenin yarattığı problemlerin çözümünün bir parçası olmasını sağlamayı hedeflemiştir. Bu yolla, özel sektör diğer sosyal aktörlerle işbirliği içerisinde Genel Sekreter’in daha güçlü ve daha kapsamlı bir küresel ekonomi vizyonunu gerçekleştirmesine yardımcı olabilecektir. Küresel Sorumluluk Anlaşması’nın on temel ilkesi şunlardır (Argüden, 2002):
İnsan Hakları ile ilgili olanlar;
- 1. Kurumlar uluslararası insan haklarının korunmasını desteklemeli ve saygı göstermelidir.
- 2. Kendilerinin insan hakları ihlalleri ile ilgili herhangi bir bağlantıda olmadıklarından emin olmaları gerekmektedir.
İşgücü ile ilgili olanlar;
- 3. Çalışanlara sendikalaşma ve ortak pazarlık yapma özgürlüğünün net bir şekilde tanınması.
- 4. Her türlü dayatmalı ve zorunlu işçiliğin kaldırılması.
- 5. Çocuk işçilerin etkin bir şekilde kaldırılması.
- 6. İstihdam ve iş açısından ayrıcalıkların kaldırılması.
Çevre ile ilgili olanlar;
- 7. Çevresel sorunlara karşı önlem alma yaklaşımının desteklenerek benimsenmesi .
- 8. Daha fazla çevresel sorumluluk alınmasının sağlanması
- 9. Çevreye yararlı teknolojilerin geliştirilmesinin ve yayılmasının desteklenmesi
Anti-yozlaşma ile ilgili olanlar;
- 10. Kurumlar haraç ve rüşvet de dahil olmak üzere her türlü yozlaşmaya karşı çalışmalıdırlar.
Küresel Sorumluluk Anlaşması’na katılmak ve destek vermek isteyen kurumlar desteklerine ilişkin detayları ve gönüllü katılımlarını içeren bir mektubu Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne gönderirler. Bu mektupta on temel ilkenin açık bir şekilde nasıl desteklendiği şu alt başlıklar çerçevesinde bildirilir (Argüden, 2002):
- Tüm paydaşların (çalışanlar, hissedarlar, müşteriler, tedarikçiler vs) bilgilendirilmeleri
- On temel ilkenin kurumun kurumsal gelişim ve eğitim programlarıyla bütünleştirilmesi
- Bu ilkelerin aynı zamanda kurum misyonuna entegre edilmesi
- Kurumun yıllık raporlarında ve diğer kamuya açık yayınlarında Küresel Sorumluluk Anlaşması’na uyuma yer verilmesi
- Bu uyumun kamuoyuna duyurulması için basın bültenlerinin hazırlanması
- Ayrıca tüm bunlara ek olarak, on temel ilkenin benimsenmesiyle ilgili sağlanan gelişmelerin örneklerle desteklenerek Küresel Sorumluluk Anlaşması web sitesinde sunulması.
Günümüzde bu anlaşmayı destekleyen ve bunun bir parçası olan yüzlerce kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütleri bulunmaktadır.
Küresel Sorumluluk Anlaşması’ndan sonra Avrupa Komisyonu “Kurumsal Sosyal Sorumluluk için Avrupa Çerçevesi Yaratılması” adlı bir çalışma yayınlamıştır. Bu uluslararası anlamda yapılmış en dikkate değer çalışmadır. Bu çalışmanın amacı küresel anlamda ve Avrupa dahilinde kurumsal sosyal sorumluluğa nasıl bir yaklaşım getirileceğine dair geniş çaplı bir tartışma başlatmak idi. Aynı zamanda çalışma, kurumsal sosyal sorumluluğun Avrupa Birliği politikalarına entegrasyonunun nasıl sağlanacağını da içermekteydi.
Günümüzde kurumsal sosyal sorumluluk ile ilgili birçok çalışma yapılmakta, konferanslar ve seminerler düzenlenmekte ve çeşitli organizasyonlar yapılmaktadır. Etikten çevreye ve insan haklarına kadar pek çok konuda geniş kapsamlı yayınlar literatürde yerini almaktadır. 2005 yılı kurumsal sosyal sorumluluğun Avrupa yılı olarak tasarlanmıştır (Evuleocha, 2005). Önümüzdeki yıllarda da kurumsal sosyal sorumluluk şeffaflık, hesap verebilirlik ve kurumsal yönetim gibi yandaşlarıyla beraber etkinliğini akademik ve endüstriyel anlamda sürdürmeye devam edecektir.
3. KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUĞUN YAPI TAŞLARI
Kurumsal sosyal sorumluluğu derinlemesine anlamak ve detaylı olarak tanımlayabilmek için bu kavramın yapı taşları olarak kabul edebileceğimiz iki temel kavramı ele almak gerekmektedir.
- Meşruiyet (Yasalara Uygunluk): Genellikle eğer bir kurum yasalara uygun davranıyorsa toplumdan sürekli destek görmekte ve cesaret almaktadır. Meşruiyet birkaç şekilde tanımlanabilmektedir. Max Weber (1978) yasal egemenlik olarak tanımlarken, Berger gücün yasal egemenliği olarak tanımlamaktadır (Brummer,1991; Suchman 1995). Suchman (1995) ise meşruiyeti bir kurumun faaliyetlerinin sosyal olarak yapılandırılmış normlar, değerler, inançlar ve tanımlamalara uyumlu ve uygun olduğuna dair genel bir algı veya varsayım şeklinde ifade etmektedir. Her sosyal kurumun ayakta kalabilmesi için temel oluşturan sosyal meşruiyettir. Sosyal meşruiyetin iki türü bulunmaktadır: kurumsal ve faaliyetsel. Birincisi bir kurumun varlığını ifade etmekte, diğeri ise faaliyetlerini değerlendirmektedir. Meşruiyetin ne ölçüde kontrol edilebileceği ve yönlendirilebileceği üzerine tartışmalar yapılmaktadır (Musk, 2002). Bazıları meşruiyeti kültürel çevreden tamamıyla ayrı operasyonel bir kaynak olarak görmektedir. Ancak kurumsal meşruiyet, meşruiyeti operasyonel bir kaynak olarak değil daha çok yapıcı inançlar bütünü olarak ele almaktadır. Meşruiyet, kültür ile iç içe geçmiş bir kavramdır ve yönlendirilmesi, kontrol edilmesi çok da kolay değildir. Meşruiyete erişilmesi ancak sosyal beklentilerin büyük ölçüde karşılanması ile mümkün olabilmektedir. Genel olarak, bir kurum halkı tam anlamıyla yönlendiremez, ancak bu yönde varolan sosyal bir çerçeve doğrultusunda hareket edebilir.
- Sorumluluk: Faaliyetsel meşruiyet genelde sorumluluk kavramı çerçevesinde tartışılmaktadır (Brummer, 1991). Bir kurum meşruiyeti sağlamak için öncelikle faaliyetin kontrol alanında yer aldığını ve ikinci olarak da görevini tam olarak yerine getirdiğini göstermelidir. Sorumluluk hem betimleyici hem de değerlendiricidir. Ancak, sadece değerlendirici olma özelliği performans ile ilgilidir. Sorumluluk kavramı ile birlikte dört soru ortaya çıkmaktadır (Musk, 2002):
- Kurum kime karşı sorumludur?
- Kurum ne için hesap vermelidir ve beklentiler nasıl karşılanmalıdır?
- Hesap verebilirlik iddiasının nedenleri nelerdir?
- Hesap verebilirlik iddiasının katılık derecesi nedir?
Bu sorular birkaç farklı yaklaşımla cevaplanabilir:
- Rol üstlenme: İnsanlara görevler ve yaşam tarzlarına uygun roller üstlenme konusunda gönüllü olarak önerilerde bulunmak.
- Rol canlandırma: bir kalite performansını dikkate alarak vicdanlı olma konusunda birini övmek.
- Bağımsız karar verme: zorla kabul ettirilmiş, beklentinin ötesine geçen ve daha çok kişisel kanılara dayalı hareketler.
- Varoluşçuluk: Eğer bir şey dengeli olarak toplumun üzerinde pozitif etki yaratabiliyorsa o zaman sorumlu olarak nitelendirilebilir.
- Görevler: Bir birey kesin ve net davranmakla görevlidir.
- Sorumlu tutulma: Yardım etme veya birini kollama konusunda genel bir beklenti veya ihtiyaç.
Kurumlar bütün bu yukarıda sayılan sorumluluk yaklaşımları ile her an karşı karşıya kalabilirler ancak bunlardan en sık karşılaşılanı “görevler” ve “sorumlu tutulma” yaklaşımlarıdır. Sorumluluk beklentilerden ortaya çıkmaktadır ve nelerden sorumlu olacağı konusunda kurumun herhangi bir seçme şansı bulunmamaktadır, hatta sorumluluk direkt olarak üzerine yerleşmiş durumdadır. Bu durum hemen hemen tüm kurumsal sosyal sorumluluk tanımlarında karşımıza çıkmaktadır. Carroll’un (1999) da belirttiği üzere, herşeyden önce işletme toplumun istediği ürün veya hizmetleri üretmekle ve onları kar elde ederek satmakla sorumlu toplumumuzdaki en temel ekonomik birimdir. Diğer tüm fonksiyonlar bu temel varsayım üzerine kuruludur.
4. KAVRAMSAL KURUM MODELLERİ
Kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde belirlenmesi en zor olan kurumların sorumluluklarının ne olduğudur. Bu daha çok sosyal kurumlar olarak işletmelerin nasıl kavramlaştırıldıkları ile doğru orantılıdır. Bu konudaki birkaç farklı yaklaşım şunlardır (Musk, 2002):
- Özel Anlaşma Modeli: Kuzey Amerika’da kurumları kavramlaştırmanın en popüler çeşididir. Bu modelde kurum, karmaşık bir özel anlaşmalar bütünü olarak görülmektedir. Bütünün her bir parçası bir görev sorumluluğu ile bütüne bağlıdır. Kurum, sahibinin sorumluluğunda kontrol edilebilen bir fiziksel mülktür. Üst düzey yöneticilerin işletme sahibinin yararları doğrultusunda varlıkları yönetmesi beklenmektedir. Bu modelin popülaritesi devletin klasik liberal modellerine yakınlığından, mülkiyet haklarına ve bireysel bağımsızlığa verdiği önemden kaynaklanmaktadır.
- Kurum Modeli: Kurum, yaratıcı özgelişimin sağlanmasında ve aitlik, bağlılık, özsaygı gibi temel ihtiyaçların yerine getirilmesinde bir araç olarak görülmektedir. Yetki ve sorumlulukların devrinin ön planda olduğu bir modeldir.
- Sosyal Anlaşma Modeli: Sivil toplum ile kurumsal anlaşmayı vurgulamaktadır. Kurumlar halkın izniyle yasal statülerini sürdürmektedirler. Sosyal sistemin bir parçası olarak faaliyette bulundukları sürece sosyal taleplere duyarlı olmalı ve cevap verebilmelidirler.
- Toplumsal Güç Modeli: İşletmelerin durum üzerindeki kontrol dereceleri ile sorumluluğu ilişkilendiren modeldir. Anlaşma modellerinin tersine, etkiyi temel belirleyici olarak görmektedir.
- Bir Makine Olarak Kurum Modeli: Bu model kurumun kendisini ahlaken sorumlu hissetmesini inkar etme temeline dayanmaktadır. Kurumlar sadece ekonomik amaçlar için oluşturulmuşlardır. Kurumsal faaliyetlerden tüm ahlaki öğeleri çıkaran bilimsel yönetim modelidir.
5. KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUĞUN DAYANDIĞI TEORİLER
Klasik Teori
Klasik teori, kurumu iki yaklaşımla ele almaktadır. Birincisi, özel anlaşma modeli, diğeri de kurumu makine olarak ele alan model. Bu teoriye göre, sosyal esenlik ancak kurum yöneticileri kurum ortaklarının ihtiyaçlarına tam olarak cevap verebilirse sağlanmaktadır. Bu yolla, kurum daha fazla verimlilik ve pazarda daha fazla etkinlik sağlayarak topluma büyük ölçüde katkıda bulunabilmektedir. Bu yaklaşımda güçlü ve zayıf olmak üzere iki tür görüş bulunmaktadır. Güçlü görüşe göre, kurum yöneticileri yalnızca ortakların yatırımları açısından sorumludur. Zayıf görüşte ise yöneticiler, ister yatırım performansı odaklı olsun ister olmasın kurum ortaklarının tüm ihtiyaçları açısından sorumludur. Ancak, tüm bunların dışında, kurum öncelikle kanunlara sonra da genel ahlak kurallarına karşı sorumludur (Brummer, 1991).
Bazı görüşlere göre, sosyal sorumluluğun sınırları ortakları aşmamalıdır çünkü bu durum işletme ile ilgili olmayan alanlarda daha fazla kurumsal baskı yaratacaktır. Kurumların bu tür alanlarda finansal destek sağlamasına izin verilmemeli böylelikle bu alanlar doğal olarak devlete bırakılmalıdır.
Klasik teori, birkaç açıdan eleştirilmektedir. Öncelikle, etkinliğin neo-klasik tanımı kirlilik, çevresel ve sosyal bozulmaya ilişkin dışsal maliyetleri dikkate almamaktadır. Sağlıklı toplumun gerekliliği etkinliğin maksimizasyonu amacının gölgesinde yok olup gitmektedir. Bir diğer eleştiri ise, bu modelin bütünsel anlamda bireysel özgürlüğün artmasına katkı sağlayamadığıdır. Tüm eleştirilerin odaklandığı nokta ise, yöneticilerin karar verme aşamasında ortakların refahı dışındaki faktörleri de dikkate alması gerektiğidir.
Paydaş Teorisi
Paydaş teorisi, klasik teorinin birçok yaklaşımını benimsemekle birlikte kurumsal sorumluluğun boyutunu ortaklardan tüm paydaşlar boyutuna taşımıştır. Sosyal anlaşma ve toplumsal güç modellerine dayanmaktadır. Kurum, tüm paydaşlar arasında etkin bir ilişkinin sağlanabilmesi açısından odak noktası olarak görülmektedir. Bu yaklaşım da bu teoriyi klasik teoriden belirgin bir şekilde ayırmaktadır. Bu teorideki birincil konu kurum açısından kimin paydaş olarak nitelendirilebileceğinin belirlenmesidir. Birçok görüş kurumla direkt bağlantıda olan çalışanlar, tedarikçiler ve müşterilerin paydaş olarak nitelendirilebileceği doğrultusunda iken diğer yandan sorumluluğun endirekt olarak kurumun faaliyetlerinden etkilenenleri de içine alacak ölçüde genişletilmesi gerektiğini savunanların sayısı da yadsınamayacak kadar çoktu (Freeman, 1984). Eğer teori sadece kurumsal performansı etkileyenleri kapsayacak şekilde sınırlandırılırsa sonuç yine kar odaklı olacağı için klasik teoriden bir farkı kalmayacaktır. Eğer paydaşlar kurumla dolaylı ilişkisi olan her birey veya her grup şeklinde genişletilirse de açıklanacak bir sonraki teori olan sosyal sorumluluk teorisine ulaşılacaktır.
Sosyal Sorumluluk Teorisi
Bu teori tamamıyla toplumsal güç modeline dayalıdır. Kurum, toplumun sosyal refahını doğrudan etkileyecek hem güce hem de kaynaklara sahiptir. Kurumsal meşruiyetin özel mülkiyet haklarıyla değil toplumun izniyle sağlanabileceğini vurgulamaktadır. Sağlık, güvenlik, özgürlük, temiz çevre, sosyal refah gibi kavramlar ortakların etki alanının çok ötesinde kurum-toplum ilişkisine yönelik kavramlardır. Bu yüzden yöneticiler karar verme mekanizmasına toplumun görüşlerini, beklentilerini, ihtiyaçlarını entegre ederken aynı zamanda topluma vereceği zararları en aza indirgemek için gerekli adımları da atmalıdırlar. Bu açıdan bakıldığında işletmeler topluma hizmet veren sosyal kurumlar olarak görülmektedirler. Toplumun ihtiyaçları duruma ve zamana özel olduğu için katı kurallar ve önceden hazırlanmış yol gösterici düzenlemeler ortaya konulamamaktadır.
Sosyal Faaliyetçi Teori
Sosyal sorumluluk teorisini bir adım ileriye götürdüğümüzde artık ulaşılabilecek en son nokta olan ve ahlaken de en çok istenilen toplumun değerlerine odaklanma noktasına varılmaktadır. Beklentiler çok daha sabit ve nettir çünkü değerler ahlaki veya dini kaynaklı olduğu için zaman içerisinde çok büyük farklılıklar göstermemektedir.
Kurumlar, çeşitli paydaşlar arasındaki sosyal anlaşmaların bağlantı noktası olarak görülmektedir (Donaldson,Preston,1995). Ancak, sadece tedarikçilerle veya müşterilerle yapılan formal sözleşmeler değil aynı zamanda devletle ve yerel kuruluşlarla olan informal sözleşmeler de son derece önemli olmaktadır. Sosyal anlaşmaların odak noktası olarak kurum, tüm paydaşların ihtiyaçlarına cevap verdiği ölçüde kendi yararına katkı sağlayabilecektir. Bu da işlem maliyetlerinin azaltılması ile mümkündür çünkü işlem maliyetleri güven derecesi ile ters orantılıdır (Fukuyama, 1995). İyi ahlak, ancak güven oluşturmaya ve işlem maliyetlerini azaltmaya hizmet ederse iyi kurum boyutuna ulaşılabilir.
Sonuçta, kurumlar finansal olarak varlıklarını sürdürebilmek için tüm paydaşlarına karşı sorumlu olma anlayışını benimsemelidirler. Bu noktada da, klasik teori ile paydaş teorisi arasında bir köprü oluşmaktadır. Kısaca, paydaşlar için yapılan muhasebe ortaklara da fayda sağlamaktadır (Rowley&Berman, 2000). Kurumlar kar elde etmek üzere kurulmaktadırlar ve tüm toplum bundan fayda sağlamaktadır. Ancak, karı artırma hedeflerini gerçekleştirebilmek için kurumlar toplumun ihtiyaçlarını karşılayıp aynı zamanda yasal yükümlülükleri ve ahlaki değerleri de göz önüne almalıdır.
6. KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUĞUN ALTINDA YATAN NEDENLER
Kurumsal sosyal sorumluluğun giderek daha fazla önem kazanmasının altında birçok neden bulunmaktadır. İç ve dış çevre kaynaklı birçok faktör kurumun sosyal sorumluluk yönünde hareket etmesine yol açmaktadır (Sharma, Talwar, 2005). Kurumlar, tüketici odaklılık, çevreye ve ahlaki değerlere karşı toplumda giderek artan duyarlılık, sivil toplum örgütlerinin çeşitli faaliyetleri doğrultusunda artan baskılar, feminist hareket gibi sayısız nedenlerden ötürü sosyal sorumluluk programları geliştirmektedirler (Doukakis vd, 2005). Bu konuda yapılan geniş çaplı birkaç araştırma bulunmaktadır. Environics adlı bir araştırma grubu tarafından 23 ülkede 25.000 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada kurumsal sosyal sorumluluk katılımcıların %49’u tarafından kurum hakkında bir kanı oluşturulmasındaki tek ve en önemli faktör olarak gösterilmiştir. İkinci sırada %40 ile marka ünü gelmektedir (Environics International, 2000).
Kurumlar da her fırsatta kurumsal sosyal sorumluluğa verdikleri önemi çeşitli platformlarda veya web sitelerinde gündeme getirmektedirler. Örneğin, bu konuda oldukça kapsamlı çalışmalar yapan Migros’un yönetim kurulu başkanı Rahmi Koç şirketin internet sitesinde konuya verdikleri önemi şu sözlerle ifade etmektedir:
“Etik değerlere verdiğimiz önem iş yapış şeklimize de yansıyor. Dürüst Satıcı kimliğimizle, her geçen gün sosyal sorumluluk bilincimizi geliştiriyoruz ve iyi bir kurumsal vatandaş olarak ülkemize ve müşterilerimize hizmet etmeyi bir görev biliyoruz”.
Bu açıklamadan da görüldüğü üzere, bundan sonra işletmeler basit olarak sadece ürün satmamaktadırlar, artık değer satmaktadırlar. Kurumları bu noktaya getiren nedenler ise şu şekilde sıralanabilir:
- Küreselleşme ve Çok Uluslu İşletmelerin Rolü
Kurumsal sosyal sorumluluğun küreselleşmenin bir sonucu olduğuna inanılmaktadır. Tedarik, üretim ve ticaret globalleştikçe bugünün şartlarında sadece kar merkezli olmanın yeterli olamayacağı oldukça açıktır. Globalleşme arttıkça ülkeler arasındaki işgücü standartları ve çevresel düzenlemeler açısından eşitsizlikler, farklar da artmaktadır. Bu da kalkınmanın sürdürülebilirliğinin sağlanmasında oldukça önemli bir engeldir. Bu yüzden, eğer sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmak isteniyorsa kurumlar sürdürülebilir kalkınma üzerindeki direkt etkisi nedeniyle kurumsal sosyal sorumluluk prensiplerini yapılarına uyarlamaya başlamalıdırlar. Diğer yandan, globalleşme demek beklentilerin ve değerlerin de globalleşmesi demek değildir. Bir ülkede etik olarak nitelendirilen bir davranış bir başka ülke için etik olmayabilir. Bu da kurumsal sosyal sorumluluk açısından farklı bakış açılarının ortaya çıkması demektir. Bu noktada çok uluslu işletmeler gündeme gelmektedir. Çok uluslu işletmeler çok büyük oldukları ve birçok ülkede aynı anda faaliyette bulundukları için toplum üzerindeki etkileri de oldukça büyük olmakta pek çok kavram çok uluslu işletmeler sayesinde global bir kimlik kazanmaktadır.
- Kamusal Olmayan Kurumların Rolü
İşletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk ile ilgili çabalarının bir diğer nedeni de sivil toplum örgütleri’nden gördüğü sosyal baskılardır. Globalleşme ve özel sektör işletmelerinin hızlı yükselişi toplumdaki rollerinden kaynaklanan sosyal beklentilerin de artmasına neden olmuştur. Uluslararası ticaret organizasyonları, insan hakları örgütleri, çevre gruplarının tamamı daha fazla sosyal sorumluluk beklentisinin oluşmasında birebir etkili olmuşlardır. sivil toplum örgütleri kurumsal sosyal sorumluluk konularının işletme gündemine taşınmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Sivil toplum örgütleri; çalışma koşulları, insan hakları ve çevre gibi konulara odaklanmaktadırlar.
- Toplumda Sosyal Duyarlılığın Artması
Devletin, tüketicilerin ve işletmelerin sosyal ve çevresel konulara olan duyarlılığının artması kurumsal sosyal sorumluluğun gündeme gelmesindeki en büyük etkenlerden biridir. İşletmeler toplumun yönetsel ve finansal kaynaklarını fazlasıyla kullandıkları için toplumun da onlardan sosyal problemleri çözmeleri gibi bir beklentisi olmaktadır. Sosyal duyarlılığın artmasıyla birlikte, işletmeler üzerine düşeni yaptıkça toplum onlardan daha fazlasını beklemekte ve talep etmektedir.
- Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik Doğrultusunda Paydaşların Değişen Beklentileri
Paydaşlar genellikle işletmelerden aldıkları tüm bilgilerin doğruluğuna inanmazlar ve güvenmezler. Bu noktada da haksız olmadıkları son zamanlarda yaşanan skandallar sonucunda görülmüştür. Toplumda işletmenin üstlenmesi beklenen rolün değişmesinde sosyal değerlerin değişmesinin etkisi oldukça büyüktür. Yaşanan skandallar ve krizler de şeffaflık, hesap verebilirlik ve meşruiyete olan ihtiyacı daha da fazla arttırmıştır. İşletmeler sadece ortaklarına değil çalışanlarına, müşterilerine, tedarikçilerine ve en geniş anlamda topluma karşı da sorumludur. Tümünün beklentilerine cevap verme doğrultusunda “bana güven” yaklaşımından “bana söyle”, “bana göster”, “beni inandır” a doğru bir değişim gözlenmektedir. Paydaşlar inanabilecekleri ve güvenebilecekleri işletmelerle iş yapmak istemektedirler. Bu da zamanla şeffaflığa olan beklentiyi arttırmakta, kurumsal sosyal sorumluluk bir lüks olmaktan çıkıp gerekliliğe dönüşmektedir.
- Devletin Azalan Rolü
Özel işletmelerin gücünün ve ulaşılabilirliğinin artmasıyla birlikte, toplumsal refahın sağlanmasında ve devletin yetersiz kaldığı noktalarda yaptıkları katkılarla oldukça önemli bir rol oynamaya başlamışlardır. Uluslararası serbest ticaret anlaşmaları nedeniyle devletin özel sektör üzerindeki kontrolü de azalmaya başlamıştır. Bu boşluğu da kurumsal sosyal sorumluluk dolduracak gibi gözükmektedir.
- Değişen Pazar Yapısının ve Rekabetin Rolü
İşletmeler giderek artan rekabetin olduğu ve ekonomik olarak belirsiz ortamlarda faaliyette bulunmak durumundadırlar. Aynı zamanda daha iyi bir pazar profiline, daha iyi bir fiyata sahip ve daha iyi çevresel sonuçlar veren, daha iyi bir ürünün talep edildiği gerçeğinin farkında olarak hareket etmektedirler. Zor olan, tüm ekonomik değişimlere cevap vermeye çalışırken aynı anda toplumun beklentilerini de karşılayabilmektir. Sosyal ve çevresel faktörlerin etken olduğu pazarlar tüketicilere, yatırımcılara ve çalışanlara daha fazla bilgi sağlamaktadır. Böylelikle tüketiciler hangi firmadan alacaklarına, yatırımcılar hangi firmaya yatırım yapacaklarına ve çalışanlar hangi firma için çalışacaklarına karar verebilmektedirler. Kurumsal sosyal sorumluluğun yükselişinde işgücü piyasası da oldukça önemli bir etkendir. Çalışanlar ücret faktörünün dışında artık felsefesi ve faaliyetleri kendilerininki ile uyan işverenlerle birlikte çalışmayı tercih etmektedirler. İşverenler de kalifiye işçileri işe alabilmek ve onları tutabilmek için çalışma koşullarına gereken önemi göstermek ve çalışma koşullarını iyileştirmek durumunda kalmaktadırlar.
- Artan Tüketici Duyarlılığı
Tüketiciler ürünleri ve hizmetleri satın aldıkları işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk davranışlarına karşı giderek artan oranda duyarlı duruma gelmektedirler. Tüketici hareketi, kurumsal sosyal sorumluluk üzerinde oldukça önemli olmaya başlamıştır. Çeşitli bilgilerle donanmış tüketiciler firmaların davranışlarını gözlemlemekte, bağış yapmalarının altında yatan gerçek nedeni anlamaya çalışmaktadırlar. Sorumluluk ve duyarlılık mı yoksa sadece prestij için mi yapıyorlar araştırılmaktadır. Bu yüzden, giderek daha duyarlı hale gelen tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli kurumsal sosyal sorumluluk programları uygulamak kaçınılmaz olmaktadır.
- Medyanın, Modern Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin Etkisi
Paydaşların internet ve çeşitli medya olanakları yoluyla bilgiye son derece kolay ve hızlı bir biçimde ulaşabiliyor hale gelmeleri nedeniyle bilgi temelli, teknoloji yönlü bir çevre ortaya çıkmıştır. Bu da çevresel ve sosyal konularda oluşan bilgi ihtiyacının giderilebilmesine, kurumsal sosyal sorumluluğun da hızla gündemdeki yerini almasına neden olmuştur. Aynı zamanda internet aynı görüşü paylaşan grupların, örneğin bir ürünü boykot etme kararı alanların, ortak buluşma noktası haline gelmiştir. Birbirinden haberdar olan bireyler gruplara, gruplar topluluklara, topluluklar derneklere veya sosyal kurumlara dönüşmüşlerdir. Bu da, işletmeleri sosyal sorumlu olma konusunda daha fazla baskı altında bırakmaktadır. Medya da işletmelerin kötü davranışlarını, kurumsal skandalları ve krizleri toplumun bilgisine sunarak sorumluluk bilincinin artmasında önemli katkılar sağlamaktadır.
- Yatırımcıların Artan Baskısı
Günümüzde birçok yatırımcı yatırım kararlarının verilme aşamasında işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk politikalarını da dikkate almaya başlamıştır. Yatırımcıların işletme performansını değerlendirme yöntemleri değişmiş, etik değerleri içeren kriterler çerçevesinde değerlendirme yapmaya özen göstermeye başlamışlardır. Yakın zamanda yapılan bir McKinsey araştırmasına göre, uluslararası yatırımcılar iyi kurumsal vatandaşlık uygulamalarına neredeyse %30’lara varan oranda prim ödemeyi göze almaktadırlar (www.ethicalcorp.com, 2006).
Tüm bu etkenlerin yanı sıra kurumsal sosyal sorumluluğun giderek daha fazla önem kazanmasında başka etkenler de söz konusudur. Bu etkenlerin kimisi kurumsal sosyal sorumluluğun oluşması sonucunda sağlanacak yararlar şeklinde karşımıza çıkmaktadırlar. Bu etkenleri tablo 2’de görüldüğü üzere proaktif etkenler olarak nitelendirebiliriz. Kurumsal sosyal sorumluluk oluşmadan oluşması gerekliliğini ortaya koyan nedenler ise reaktif olarak ifade edilebilmektedir. En iyimser bakış açısıyla ele aldığımızda ise kurumsal sosyal sorumluluğu halkla ilişkilerin temel gerekliliği olarak görebiliriz. Tüm bunların sonucunda, kurumsal sosyal sorumluluk giderek çok daha fazla ön plana çıkmakta ve iş yaşamında önemli bir rol oynamaktadır.
Tablo 2: Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Oluşmasındaki Etkenler
Etik ve Sosyal Değerler
Proaktif:
- Finansal Yararlar
- Ün ve İmaj Riski
Reaktif:
- Kurumsal güvensizlik
- Tüketici Etkinliği
- Tedarik Zinciri Baskısı
- SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ’ların Faaliyetleri
- Sosyal Sorumlu Yatırımlara Talep
- Yasal Zorunluluklar
- Rekabet Baskısı
İyimser:
- Halkla İlişkiler
Kaynak: 17.Dünya Muhasebe Kongresi, Roger Adams’ın Sunumu, 13-16 Kasım 2006.
7. KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUĞUN ÖNEMİ VE YARARLARI
Yüzyılımızın temel olgularından biri olan kurumsal sosyal sorumluluk hem iş dünyası hem de toplum açısından yarar sağlayıcı bir yaklaşım olduğu için büyük önem taşımaktadır. Kurumlar faaliyetlerini sadece iş çıkarları için değil toplumsal çıkarlar için de sürdürmeli, topluma karşı sorumluluklarını şu ilkeleri dikkate alarak yerine getirmelidir:
- Etik ve sosyal değerlere gereken önemi vermek
- Etik ve dürüstlük ilkelerine dayalı faaliyetlerde bulunmak
- Çalışanlara adil ve eşit bir biçimde davranmak
- İnsan haklarına saygılı davranmak
- Sürdürülebilir kalkınma paralelinde faaliyette bulunduğu çevreyi koruyarak gelecek kuşaklara taşımak
- İyi bir kurumsal vatandaş olmak
Tabii ki her işletmenin sosyal sorumluluğun her alanına hizmet etmesi beklenemez. Ancak, sadece birkaç alanda odaklanılacaksa bile tek taraflı olmayıp hem kurumun hem de toplumun çıkarlarını gözetmek yarar sağlayacaktır. Bu amaca ulaşmak oldukça maliyetli gibi görünse de, kurumsal sosyal sorumluluğun sağlayacağı yararlar maliyetlerin çok ötesinde olmaktadır.
İşletmeler faaliyetleri sırasında gerek ilişkide bulunduğu paydaşlarla gerekse de faaliyette bulunduğu çevre açısından birtakım sorunlar yaşayabilmektedir. Örneğin;
- Dürüstlük ve güvenilirlik konularında kötü birtakım deneyimler yaşanmışsa,
- Faaliyetler ekolojik dengeyi bozacak biçimde işletmenin içinde bulunduğu çevreyi olumsuz olarak etkiliyorsa,
- İyi ve kalifiye çalışanları işe almakta ve işletmedeki devamlılıklarının sağlanmasında problem yaşanıyorsa,
- Faaliyette bulunulan pazar talep açısından işletmenin beklentilerini karşılayamıyor, yeterince gelişim gösteremiyorsa,
- İşletmenin hisseleri yeni ortaklıklar ve yatırımlar için cazip değilse,
- Yerel belediyeler veya kuruluşlar işletme hakkında olumsuz görüşlere sahip ise,
işletmeler bu sorunların çözülmesi için çok büyük çaba göstermelidirler. Kurumsal sosyal sorumluluğu benimsemiş işletmelerin elinde bu sorunları çözmek için çok farklı olanaklar bulunmaktadır. Çünkü kurumsal sosyal sorumluluğu benimsemek demek, işletmenin toplum ve çevre üzerindeki etkilerini geliştirmek için her an hazırlıklı olmak demektir (Argüden, 2002).
Sosyal sorumluluk aynı zamanda yasalara uygunluk ve risk yönetimi alanlarının da temelindeki kavramlardan biridir. Hiçbir işletme dışarıdan bakıldığında yasalara uymuyor görüntüsü vermek istemez çünkü günümüz toplumunun yaşanan skandallardan sonra en fazla ilgi gösterdiği kavram dürüstlük kavramı olmuştur. Bu noktada, işletme için toplum karşısında en iyi etkiyi sağlayacak faaliyetlerde bulunmak ve bu faaliyetleri profesyonel bir biçimde yönetmek büyük önem kazanmaktadır.
Kurumsal sosyal sorumluluk işletmelere şu faydaları sağlamaktadır:
- Uzun vadede müşteri sadakati ve çalışanların bağlılığı yoluyla rekabet avantajı elde edilmesi,
- İşletmenin paydaşları ile olan ilişkilerinde daha fazla şeffaflık ve hesap verebilirlik doğrultusunda daha olumlu ve iyi iletişim sağlanması,
- Daha kaliteli ve çevreye zarar vermeyen ürünler üretilmesi nedeniyle toplum ve yerel kuruluşlar ile daha olumlu ilişkiler kurulması,
- Sosyal sorumluluk konusunda belirgin bir felsefeye sahip işletmeler ekonomik anlamda da daha başarılı işletmeler olmaktadırlar.
- Kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetleri nedeniyle piyasada güven oluşması sonucunda işletme prestijinin ve marka bağlılığının gelişmesi
- Çok daha geniş kitlelerle iletişim sağlanması sayesinde daha çok bilginin ulaşılabilir olması risk yönetiminin gelişimine katkı sağlamaktadır.
- Aynı zamanda kurumsal sosyal sorumluluğu benimseyen işletmelerin daha yaratıcı olabildiği konusunda da bazı saptamalar bulunmaktadır (Becoming a Better Citizen, 2005).
- Çalışma koşullarına gösterilen özen nedeniyle kurumsal sosyal sorumluluk çalışanlar açısından da önemli bir motivasyon kaynağıdır. Böylece kalifiye işçiler çalıştırılabilmekte ve uzun vadeli olarak işletmede tutulabilmektedir.
- Güven, iyi iletişim, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi getiriler sonucunda işletmenin yatırımcılar açısından daha cazip hale gelmesi söz konusu olmaktadır.
8. KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUĞUN BOYUTLARI
Kurumsal sosyal sorumluluk işletmelerin gündeminde oldukça uzun süredir yer alan bir kavramdır ve zaman içerisinde de giderek gelişim göstermektedir. Büyük Ekonomik Bunalım’a kadar çok da üzerinde durulmayan bir kavram olan kurumsal sosyal sorumluluk, 1930’lardan itibaren, özellikle de 1960’larda sadece işletmeler için değil teorik, hukuki, politik ve ekonomik anlamda önem kazanmaya başlamıştır. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra da gelişimi iyice hız kazanmıştır (Hopkins, 2004).
Günümüzde ise, artık sosyal sorumluluğu bir politika olarak benimsememiş ve toplum yararına çalışmayan işletmelerin ürünlerini almayı reddeden tüketiciler ile karşı karşıyayız. Bu da kurumsal sosyal sorumluluğu basit bir kavram olmaktan çıkarıp çok boyutlu bir işletme politikası haline dönüştürmektedir. Kurumsal sosyal sorumluluğun başlıca üç temel boyutu bulunmaktadır:
- Ekonomik Boyut
- Sosyal Boyut
- Çevresel Boyut
Ekonomik Boyut
Kurumsal sosyal sorumluluğun ekonomik boyutu, karlılık ve pazar değerindeki büyümeyi içermektedir. Refah yaratma, istihdam, katma değer, bağışlar gibi konular ekonomik boyutun birer parçasıdırlar. Friedman ve Drucker’a göre kurumsal sosyal sorumluluk, işletme sahiplerinin karlılığını arttırmak ve gelecekte onların varlığını kurumsal kaynakların dağıtımı yoluyla sonlandırmaktır (Friedman, 1970; Drucker, 1984). Kurumsal sosyal sorumluluğun bu tanımı ekonomik boyutunu vurgulayan en önemli tanımlardan biridir. Ancak bu tanım, tabii ki kurumsal sosyal sorumluluğun çok sınırlı bir tanımıdır. Zaman içerisinde bu tanıma sosyal ve çevresel boyut da eklenerek kurumsal sosyal sorumluluk bugünkü en kapsamlı halini almıştır.
Sosyal Boyut
1971 yılında Business Roundtable kurumsal sosyal sorumluluk ile ilişkili bir rapor yayınladı. İlk defa bu yayınla kurumsal sosyal sorumluluğun ekonomik boyutunun bir adım ötesine geçilmiş, hem sosyal kapitalizmin hem de kurumların sosyal sorumluluğunun ortakların ekonomik refahının ötesinde olduğu ifade edilmiştir. Yine bu yayında, kurumların interaktif sosyal sistem çerçevesinde müşterileri, çalışanları, yatırımcıları, tedarikçileri, ortakları ve en geniş boyutuyla toplumla bir bütün olarak ele alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu noktadan sonra kurumsal sosyal sorumluluğun sosyal boyutu paydaşlarla olan ilişkilerin güçlendirilmesine odaklanmıştır. İşletmeden işletmeye farklılık göstermekle birlikte, hemen her türlü işletmede yer alan beş türlü paydaş bulunmaktadır:
- 1. Çalışanlar
- 2. Müşteriler
- 3. İşletmenin faaliyette bulunduğu yerin halkı
- 4. Tedarikçiler
- 5. Rakipler
Sosyal boyut her türlü paydaşla olan ilişkilerin yanı sıra, çalışanların hakları, sağlık ve güvenlik, eğitim, insan hakları gibi konuları da içermektedir.
Tablo 3’te kurumsal sosyal sorumluluğun boyutları görülmektedir.
Tablo 3: Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Boyutları
KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUĞUN BOYUTLARI
|
EKONOMİK
|
SOSYAL
|
ÇEVRESEL
|
- Refah Yaratma
- İstihdam
- Katma Değer
- Vergilendirme
- Yatırımlar
- Bağışlar
|
- Çalışanların Hakları
- Sağlık
- Güvenlik
- Eğitim
- İnsan Hakları
- Dolandırıcılık
|
- Hammadde, enerji, su kullanımı
- Emisyonlar
- Ürün tasarımı, atık, geri-dönüşüm
|
Kaynak: 17.Dünya Muhasebe Kongresi, Roger Adams’ın Sunumu, 13-16 Kasım 2006.
Çevresel Boyut
Çevresel boyut, işletmenin faaliyetlerinin bugün ve gelecekte çevre üzerindeki niteliksel ve niceliksel etkilerini içermektedir (Steg vd. 2003). İşletmenin çevresel anlamda sahip oldukları çevresel varlıklar, bu varlıklar üzerindeki haklar da çevresel sermaye veya doğal sermaye olarak nitelendirilmektedir. İşletmenin faaliyetleri doğal sermayeyi şu fonksiyonlar açısından etkileyebilmektedir (Hopkins, 2004):
- Kaynak fonksiyonu, enerji ve hammadde gibi doğal kaynakların ekonomiye aktarılmasına yöneliktir.
- Etki fonksiyonu, gazların, emisyonların, atıkların çevreye atılmasına yöneliktir.
- Yaşam destek fonksiyonu, toprak, hidrosfer, atmosfer gibi hayati önem taşıyan varlıkların çeşitliliğine yöneliktir. Eğer bir işletme doğal sermayenin sürekli kullanımını amaçlıyorsa, paydaşlarının onu negatif etkilemesine izin vermemelidir.
İşletme ürün ve hizmetlerinin çevresel etkilerini tam anlamıyla göz önüne almalıdır. Aynı zamanda, sadece direkt etkileri değil üretimin ve tüketimin endirekt etkilerini de değerlendirmelidir.
Prof.Dr.B.Esra Aslanertik
Dokuz Eylül Üniversitesi
İşletme Fakültesi
Muhasebe ve Finansman ABD