ÖRNEK OLAY - 1


Ben bir şey biliyorsam, 
o da bir şey bilmediğimdir.

Sokrates


Case study, vakıa çalışması, örnek olay…

Case study’nin Türkçesini yazabilmek için mail listlerden birisine sorduğum soru karşısında, birbirinden değişik yanıtlar aldım. Sonuçta kararım “örnek olay” oldu. Ancak tüm bunlar sırasında bir şeyi farkettim. Herkes birbirinden farklı şeyler söylüyordu. Topu topu dokuz harften ya da iki kelimeden oluşan bir yapının anlamı karşılığında bu kadar insan uzlaşamazken, insanın eğitim seviyesi, kültürel yapısı, iş ortamı, sosyo-ekonomik çevresi gibi ölçülmesi son derece zor etkenlere dayalı olan örnek olayların sonucu hakkında uzlaşmayı ne kadar bekliyebilirdik?

Yine de beklenmeyen durumlar karşısında tavrımızı önceden ve net olarak belirleyebilmemize yardımcı olabilmesi amacıyla, gerçek yaşamdan alınma örnek olayların birincisini sunuyorum bu yazıda.

Anlatıyorum ve soruyorum: “Siz olsanız nasıl (ya da ne) yapardınız?”

Birbirinden habersiz iki kişi, birbirinden çok farklı zamanlarda, yaklaşık aynı olayı yaşıyorlar.

Birinci kişi olayı kitabında yazıyor. Kısaca özetliyorum:

Olayın kahramanı işe giriş başvurusu yapmak üzere geldiği büyük bir holdingte personel ve endüstriyel ilişkilerinden sorumlu en üst düzey kişinin odasına, mülakat için girer. İş deneyimini anlatırken, içeriye iki kişi daha girer. Mülakatı yapan kişi, içeriye girenlerden yaşlı olanının hemen yanına koşar, ona “Hocam” diye seslenir. Liseden tarih hocası olduğu anlaşılan yaşlı adam, yanındaki damadına iş aramaktadır. Zamanla “Hoca” ile koyulaşan sohbet devam ederken, bir müddet sonra sorumlu üst düzey kişi, mülakattaki kahramanımızı unuttuğunu farkına varır. Ondan özür diler, “Hoca”sına dönerek onu biraz bekleteceğini ancak beş dakika sonra sohbetlerine devam edebileceklerini söyler, ardından kahramanımıza “lütfen devam edin” der (1)

????

İkinci kişi ve ikinci olay, bana gitmiş oluğum bir seminerde anlatıldı.

Olayın kahramanı üst düzey yöneticiye odasında, tek kişilik bir prezantasyon sunacaktır. Ancak yönetici son derece meşguldur. Önünde çalan telefonlara, imza bekleyen evraklara rağmen yine de bu prezantasyonun yapılmasını ister. Sunucu odaya gelir, prezantasyona başlar, ancak daha işin başında beklenen şey olur. Telefon çalar, prezantasyon durur. Biraz sonra devam ederler. Ardından başka bir telefon, ardından sekreterin imza için odaya girişi…Kesintilere uğrayan bu prezantasyon için yönetici bir çare bulmakta gecikmez ve masasındaki evraklardan başını kaldırmadan sunucuya şöyle der, “Siz durmayın anlatın, ben sizi dinliyorum”.

????

Siz olsanız, bu soru işaretlerinin yerinde ne yapardınız?

Sonuçta birisi “tabiri caizse” kendisini, diğeri ise ürününü pazarlıyor ya da tanıtıyor. Ancak ikisi de ciddiye alınmıyor.

Birinci kahramanımız, İnsan Kaynakları konusunda uzman ve yazar. Dr. Uğur Tandoğan. Nasıl mı davranıyor? Anında kararını veriyor ve kafasında mülakatı sona erdiriyor. Ancak beş dakika lafına fena takmış olacak ki, onlara bir saat boyunca lisedeki tarih öğretmenini anlatarak intikamını alıyor.

İkinci kahramanımız, şu anda adını anımsayamadığım ve yine İnsan kaynakları konusunda çalışan uzman bir psikolog. O da yaklaşık aynı şekilde davranıyor. O da yöneticinin başını bile kaldırmadan “ben sizi dinliyorum” lafına takıyor ve “ama ben anlatamıyorum” diyerek prezantasyonu bitiriyor.

Buraya kadar tamam, değil mi? Bir sorun yok. Bu saygısızlıkların ardından kim olsa, böyle davranır değil mi?

Hayır, aslında bir sorun var.

İkinci kahramanımız olayı anlattıktan sonra, dinleyicilerin intikamvari tebessümleri dudaklarında henüz durulmamışken, “Şimdiki aklım olsaydı, öyle davranmazdım” deyiverdi ve herşey birden tepetaklak oluverdi.

Nasıl davranması gerektiğini ve nedenini sordum, anlattı.

Şimdi size tekrar soruyorum ve yanıtlarınızı burada yayınlamak üzere mail adresimize bekliyorum.

Siz olsaydınız, nasıl davranırdınız? Neden?


Yararlanılan kaynaklar:

1. Bir Yöneticinin not defteri, Dr. Uğur Tandoğan, Rota yayınları, 1998, Sayfa 29.


Memet Özkan

memeto@hotmail.com