YÖNETİCİLİĞİN KARANLIK KORİDORLARINDA!
Bize bol bol ziya kucakla getir.
Düşmek etrafı görmemektendir.
Tevfik Fikret
İnsan kaynakları disiplininde genellikle yöneticiler ve astlar arasındaki ilişkilerden ve sorunlardan bahsedilir. Yöneticilerin kendi aralarındaki ilişkilerden konuşulduğu pek vaki değildir. Hele hele bu ilişkilerin olumsuz olma durumunda, sonuçlarının şirket çalışanlarına nasıl yansıdığı konusu ise, bugüne kadar adeta tabu olarak kalmıştır.
Aşağıdaki öyküde bu konuya değinilmeye çalışılmış, son yorum gerçek hayatta benzer durumları yaşamış ve yaşamakta olanlara bırakılmıştır.
ZOR KÖY
“Zor Köy”, bereketli topraklar üzerinde, uçsuz bucaksız pirinç tarlalarıyla tanınan, yörenin en eski köylerinden birisiydi. Köylünün tek geçim kaynağı olan bu pirinç tarlaları, çok uzaklardan su taşıyan sulama kanallarıyla beslenirdi. Köylü her yıl bu tarlalarda ailecek mahsule çıkar, buradan kazandığı parayla kıt kanaat geçimini sağlardı.
Hacı amca, “Zor Köy”ün ikinci yöneticisiydi. Kendisi köylünün sevdiği, görmüş geçirmiş, yılların kurdu sayılabilecek ve hoş sohbet birisiydi. Köyün birinci yöneticisine başarısız olduğu gerekçesiyle merkezi idare tarafından, kısa bir süre önce işten el çektirilmişti. Çünkü köyün durumu kötü sayılırdı. Pirinç tarlalarının su kaynakları kurumaya yüz tutmuş, suları taşıyan kanallar çürümüş, harabe haline gelmiş, tüm bu sorunlara bir çare bulunamamıştı. Köylü ise elinde avucunda ne varsa tüketmiş, artık yöneticilerin eline bakmaktaydı.
İdare de durumdan haberdar olduğu için, -artık hangi düşünceyle bilinmez, herhalde Hacı amcaya yardım olsun diye- üç yönetici daha yollamıştı “Zor Köy”e.
İnsanların niyetleri alınlarında yazmıyor ya, bu üç yönetici de sözleşmişler sanki, üç haramiler olup çıkmışlar, gelir gelmez Hacı amcaya karşı cephe almışlardı. Hacı amcanın eski güzel günleri yoktu artık. Her gün bir başka neden yüzünden, üç haramilerle tartışıyordu. İşler giderek o boyuta vardı ki, kuruyan tarlaları, çürüyen su kanallarını düşünen kimse yoktu artık. Her gün tartışılan sadece, “köyün neresi, kimin sorumluluğunda olmalı?” sorusunun yanıtı idi.
Sonunda Hacı amca adeta küstü, elini eteğini işlerden çekti. Sadece önüne konan evraklarla ilgilenmeye başladı. Sanki bir şeyler bekliyordu. Ama ne beklediğini de kimseye söylemedi.
Üç haramiler ise artık tarlaların ve kanalların sorumluluğunu ellerine almışlardı. Ancak hemen ardından unuttukları bir gerçekle de yüzyüze geldiler. Bu işi bilmiyorlardı. Yiğitliklerine de toz kondurmayıp, bir şeylere çabalıyorlar, çabaladıkça da batıyorlardı. Öncelikle kanalları tamir etmek gerekiyordu. Nasıl tamir edeceklerini bilmedikleri için, yarım yamalak bir şeyler yaptılar, olmadı. Bu sefer herşeyi bir kalemde silip, yeni kanallar kurmayı düşündüler. Ancak yeterli paraları yoktu. Sonra kanalları bırakıp, kuruyan su kaynaklarını iyileştirmeye çalıştılar. Suyu zaten azalmış kuyulara toprak kaçırıp, iyice kuruttular, suyunu kirlettiler.
Köylünün derdi, artık başında kimin bulunduğu değildi. O sadece tarlalarından bir an önce ürün alabilmek istiyordu. (Aslında idare de bunu istiyordu).
Köylü önce üç haramileri dinledi. Baktı olacak gibi değil, Hacı amcaya yalvar yakar oldu. Bu kanalları onarmasını, kuyuları daha derine açmasını bir o biliyordu. Şahsen yapmasa bile en azından “ben de bu işte varım” diyebilirdi. Çevre köylerden tanıdıklarını bu iş için çağırabilirdi. Ama Hacı amca köyün eski günlerine kavuşması için hiç elini uzatmadı, kendi kabuğuna çekildi, köyün önemsiz sorunlarıyla ilgilendi, ya da ilgilenir gözüktü. Belli ki üç haramiler onu çok üzmüşlerdi.
İdare’nin, üç haramilerin Hacı amcayı üzdüğünden, Hacı amcanın da onların şahsında köyün sorunlarına küstüğünden haberi var mıydı, bilmiyoruz. Olsa ne derdi, onu da bilmiyoruz. Bildiğimiz, bu durumun uzunca bir süre böyle devam ettiği.
Bu öykü, farklı yer ve adlar altında, gerçekten yaşanmıştır. Şimdi, isimleri bir de siz değiştirin. “Zor Köy”ün yerine bir şirket, Hacı amcanın yerine de bir yöneticiyi ya da kendinizi koyun. Ve durup, düşünün. Kaçınızın başından yukarıdaki gibi bir öykü geçti? Kaçınız Hacı amca gibi davrandınız? Başınızda ya da yanınızda, sizinle aynı işi paylaşan ve işten anlamayan insanlarla karşılaştığınızda ne yaptınız? Bırakıp tökezlemesini mi beklediniz, yoksa yardımcı olup, “köyünüzün âli menfaatlerini” mi düşündünüz? Ve bu koşullarda işinizi ne kadar sürdürebildiniz?
Öykünün sonunu merak ettiyseniz, anlatayım. Bu işi layıkıyla yapamacakları artık ayan beyan belli olan üç haramiler, bir sabah idare tarafından işten atıldılar. Hem de üçü, aynı anda. Hacı amca artık birinci yönetici. O ve köylüleri, çok mutlu.
Hacı amcanın köyünden, o zor günlerde göçen bir köylü var, geçen gün bana geldi. Mutlu sonu duymuştu ancak geri dönmek te istemiyordu. Köyünü seviyordu. Bir kaç harami yüzünden köylünün sorunlarına kulak tıkayan ya da tıkamak zorunda kalan Hacı amcayı ise sevip sevmeyeceğini henüz bilemiyordu.
Memet Özkan
memeto@hotmail.com
Yazarın notu: Bu yazı, BT-Haber gazetesinin 1999 yılı, 243. sayısında yayınlanmıştır.